Tarih Öncesi Mimarlık – Ahşap Mimarisi

Mimari çalışmalarda metal sistemlerin çoğunun organik gereçlerinden birisi ahşap, tarih öncesi devirlerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. En belirgin örnekleri Hindistan ve Uzakdoğu, Avrupa ve Kuzey Amerikada bulunduğundan bu üç bölgenin karakteristik özelliklerinden bahsetmekte fayda vardır.

ahsap-mimari-001V. yüzyıla kadar, ağaç iskeletli yapılar Hindistanda bütün mimaride görülebilmektedir. Tek istisna olarak kayalara oyularak inşa edilmiş mabetler bulunmaktadır ki, bu mabetlerde bile, ağaç yapı biçimleri taklit edilmiştir. Güney Çin ağaç mimarisi ise hafif doldurma blokajlı, ağaç iskeletli yapılar ve kağıt pencereler ile belirgindir. Pagodalar, manastırlar, köşkler ve konutlarda kullanılan ahşap mimari derin taşmalar ve ağır kiremitlerden oluşan çatıları taşıyan güçlü iskeletlerle karakterini kazanır. MÖ 200 senesine yani Han dönemine bakacak olursak desteksiz bölüm uygulamasının geliştiğini görürüz, birbiri üstüne binen dirsekler en göze batan unsurlardır. Bir nevi portatiflik taşıyan bu binalarda, standart bir yaklaşım kullanılmasının nedeni, dönemde saray ve idari merkezlerin sıklıkla yer değiştirmesinden kaynaklanır. Zaman içinde bu binalar daha da gösterişli olmak zorunda kaldıkça, mimari formda dirsekler gibi destek unsurlarının mimariye katılmasını görürüz, aynı zamanda mimari bilgi de toplumda gitgide saygın bir yer kazanmaya başlamıştır. Yapı teknikleri ile ilgili bilinen en eski kitaplardan birisinin XII. yüzyılda olduğunu eklersek, XIII. yüzyılda Pekin başta olmak üzere Çinde ahşap mimarisi gitgide gelişmeye devam etmiştir. Daha detaylı işçilikler ortaya çıktıkça, Mingler döneminde duvar işçiliği sıradanlaşmaya başlamıştır bile. Yine de bu bölgede inşaat ve inşaatçı kelimeleri ile mimari ve mimar kelimeleri için farklı kelimeler ancak XX. yüzyılda kullanılmaya başlamıştır.

Japonya Şinto dininin tapınakları ile bize göz alıcı ahşap mimarisi örnekleri sunmuştur. Direklerle desteklenen, samanla örtülü çatılarıyla bu tapınaklar, zaman içinde birbirlerine benzer örnekleri ile adanın bir çok yerinde rastlanır hale gelmiştir. En bilinen örneklerinden birisi ise Ise Tapınaklarıdır. VII. yüzyılda Japon imparatoru Budizmi kabul edince Çin mimarisi etkileri bu bölgeye de yansır. Aslen Koreliler tarafından inşa edilen Horyuji Manastırı mükemmeliyetçiliğin arayışı gibilerdir. Etrafı çevrili bir alan oluşturan manastır, katlı sundurma uygulaması göz alıcıdır. Şinto dinini de etkileyen bu değişim, XVII. yüzyılda hükümdarlar için cenaze törenlerinden, şehir dışında inşa edilen mozole (otomaya) inşaatlarına kadar etkili olmuştur. Edonun kuzey tarafında bulunan, çok renklilik ve aşırı süslü bir düzen taşıyan Nikko ve Ueno bilinen örneklerdendir. Asıl dikkat çekici olan XVII. yüzyıldan itibaren Tokugava dönemindeki Zen Budizmi etkisi, Japon mimarisinde geliri yüksek veya üst düzey yöneticilerin konutlarında kesinleşmiş kurallarla oluşturulan ahşap iskeletler ile gelişmiş bir bahçe estetiğini birleştirmiştir. Bu estetik yaklaşım ise Japon kültüründe geleneksel bir hal almıştır.

ahsap-mimari-002Avrupa, Kuzey ve Kuzeybatı Avrupada yer alan ve günümüzde dahi kısmen hakimiyeti devam eden ahşap mimarisi ile göze çarpar. Avrupa ahşap mimarisinde ağaç parçaları ve ahşap levhalar bir araya getirilerek oluşturulan iskelet, tuğla ve toprak ile doldurulur. Ortaçağ döneminin kentlerini gözünüzün önüne getirdiğinizde karşınıza çıkacak manzara kısmen bu şekildedir. Özellikle Ortaçağ kentleşmesinde duvarlarda bir çok büyük oyuk bulunmaktadır. 17. yüzyılda inşa edilmiş bir çok çiftlikte, cumbalı, üçgen alınlıklı, çok katmanlı duvarlarla inşa edilen bu binalar, ahşap mimarisi için belirgin bir örnek oluşturmaktadır.

Bu mimarinin daha gelişmiş halinde testere ile kesilmiş ağaçlar,dik açılı yontulan keresteler bir arada kullanılır. Temelinde balta dışında hiç bir ekipman kullanmadan inşa edilen parça parça inşaatın gelişmiş hali olan bu mimari teknik, özellikler Rusya, İskandinavya ve Alpler civarında karşımıza çıkarlar. Köşk biçimli bu yapıda genişlik derinliğe oranla daha fazladır. Çatı az eğimlidir ve arkada tarafta çiftliğe ait ambar kısmı yer alır. Zemin ile bina arasında beton bir temelle ayrılıdır. Gergi ile kapatılmış çatı, üstüne ağaç levha ve uygun taşlarla hem örtülür, hem de sağlamlaştırılır. Ahşap yapı geleneği bilhassa Norveç dolaylarında belirgindir. 13. yüzyılda manastırlardan ürün vergisi alınması söz konusu olduğunda inşa edilmeye başlanan ahşap kiliseler (stavkirke) ile beraber, konutlar ve depo binalarının inşaatında ahşap en önemli malzeme halini almıştır. Günümüzde bile Bergen şehrinde görebileceğiniz “Byrggen” binaları bu mimari örneklerini oluştururlar.

Kuzeybatı Amerika için ahşap mimarisini etkileyen faktör, balıkçılık ve avcılık işleri olmuştur. Bu süreçte barınma ihtiyacı için kullanılan binalarda en temel malzeme ahşap olmuştur. 19. yüzyıl İngiliz Kolombiyası örneklerinde yazlık ve kışlık konutlar sabit bir iskelet, çatı pencere ve kirişleri ve direkler ile belirgin bir kimlik görünmektedir. Bu örneklerde çatı ve duvarları oluşturan tahta kısımlar mevsimlik yer değiştirmelere göre kullanılmak amaçlı olarak sabitlenmemiş haldedir. Haidalar olarak bilinen İngiliz Kolombiyası, beyazlardan edinilen ekipmanlar ile yapılarını gitgide sağlamlaştırmanın yollarını bulmuşlardır. Kolon olarak genellikle Avrupada kullanılan modellere benzer uygulamalara rastlanır. Ahşap mimarisi özellikle 19. yüzyılda tamamı ile yenilenmiş haldedir. Ağaç, pişmiş toprak ve sıva ile yapılan çeşitli süslemeler, çivilenmiş, testere ile muntazam hatlar verilmiş ağaç iskeletler, bu yüzyılda gelişen yeni sanayi uygulamalar ahşap kullanımını iyice ön plana çıkarmıştır. Özellikle Brezilyada bulunan Zanine ahşap evleri gayet elit bir kesim tarafından benimsenmiştir.

    Leave Your Comment Here

    This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.